Bu tez 18. ve 19. yüzyıllarda yazılmış ve batı medeniyetinin başyapıtları olarak adlandırabileceğimiz mitoslarda bireyin oluşumunu inceleyen bir çalışmadır. Robinson Crusoe (1719), Frankenstein (1818) ve Dracula (1897) eserleri bireyin tarihi süreç içinde uğradığı metamorfozu gösterir birer edebi-tarihi metin olarak ele alınmış ve bireyin bütüncül yapıyla olan ilişkisi bu eserler üzerinden sorgulanmıştır. Bu üç eser Ian Watt'ın Rönesans mitosları olarak tanımladığı Faust, Don Quixote ve Don Juan efsanelerinin kronolojik olarak devamıdır aslında. Bu güncellenmiş mitosların ortak noktalarına bakacak olursak; her üç hikaye de bireyi öncelemekte ve bireyin kendine has doğasının ve tecrübelerinin edebiyatın konusu olacak ölçüde değerli olduğunu ifade etmektedir. Ian Watt, Rönesans döneminin bireyselliğini tanımlıyorken, bu tez Ian Watt'tan yola çıkarak batı kültüründe bireyselliğin kapsamını 18. ve 19. yüzyılları içerecek şekilde genişletmektedir. Tezde kullanılan analiz yöntemine gelince; tez, kuramsal anlamda söz konusu eserlerin klasik mitoslara benzerliğinden yola çıkmakta ve bu eserlerin insan doğasının mitos oluşturma becerisinin bir sonucu olduğunu iddia ederek başlamaktadır. Dolayısıyla, çalışmada bu anlatıların bireysel ve kolektif arketipler bağlamında ortaya çıkan yansımalarının bilgilendirici ve aydınlatıcı olduğu savunulmakta; açığa çıkamayan ama varlığı bilinen kültürel gerilim ve kaygılar hakkında bilgi verilmektedir. Çalışma, üç romanda yer alan bireyleri ve kolektif yapıları kendi tarihsel atmosferleri içerisinde, yani; aristokrat sınıfın etkisinin azalması, orta sınıf erklerin yükselişe geçmesi, sıradan insanın ortaya çıkışı gibi olguları kapitalist sanayi devrimi içerisinde konumlandırır. Üç ayrı bölümde, her bir roman bir diğerinden bağımsız olarak, felsefi doktrinler çerçevesinde bireyi ve onun diğer bireylerle ve kolektif yapılarla olan ilişkisi incelenmektedir. Her bir romanda birey ve toplum sırasıyla Durkheim, Hegel, Marx ve Nietzsche'nin bakış açılarından incelenmiştir. Üç romanda da karakterleri ve kültürel olguları açıklamak için ikincil teorilere atıfta bulunulmaktadır. Bu çalışma, tıpkı Rönesans gibi, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılların kültürlerinin bireyselliği cezalandırdığını ortaya koymakta, ancak bazı farklılıklar olduğunu da dile getirmektedir. 18. yüzyılın başlarındaki dünya görüşü, ekonomik özgürlüğü için yola çıkan Robinson Crusoe'yu ödüllendirirken, 19. yüzyıl dünya görüşü ise Frankenstein ve Dracula karakterlerinin bireyselliğini ve onların temsil ettikleri dünya görüşünü ve kendi kendine yeterlilik anlayışını kabul etmemektedir. Ian Watt, Rönesans karşıtlığını Reform karşıtlığına bağlarken, çalışmada üç romanın da Reform sonrası dönemde bireye yönelik artan düşmanlığın kültürel ve sosyal kaygılardan kaynaklandığı sonucuna varılmıştır. Birey baskı altındadır, çünkü ayak takımının iktidarında toplumlar sıradanlığın ahlakını kucaklar; Frankenstein ve Dracula'nın temsil ettikleri üst insan olma çabalarına ve soyluluk algısına ya da bunların kalıntılarına saldırır. Rönesans döneminin bireysellik hikayeleri gibi, Robinson Crusoe, Frankenstein ve Dracula da bireyciliği konu edinmekte; Batı kültürünün efsaneleri olan bu eserler kurgusal söylemlerini mitos sınırlarının içinde tutmaktadır.
This study explores the moulding of the individual in three eighteenth-and nineteenth-century canonical myths of Western civilization. Robinson Crusoe (1719), Frankenstein (1818), and Dracula (1897) are read and analysed as literary historical documents that chronicle the metamorphosis in the mould of the individual and his relationship with society and others. This study lines up the three novels on a continuum with what Ian Watt labels as the Renaissance myths of individualism when he refers to the tales of Faust, Don Quixote, and Don Juan. What the resulting sequence of stories have in common in addition to their modernized mythical nature is that they all give primacy to the individual and embrace the implicit assumption that the individual`s unique and idiosyncratic apprehensions and experiences are valuable enough to be the subjects of popular literature. While Ian Watt examines individuality during the Renaissance, this study extends the scope to chart the Western cultural expression of individuality in the eighteenth and nineteenth centuries. As far as the method of analysis is concerned, this study begins by theoretically proving that the three novels are in many respects akin to classical mythology and that they are the contrivance of the innate myth-making human mental faculty. As such, the study argues, these narratives are very informative and illuminating about the concealed individual and collective archetypes and mental representations; they are more revealing about the masked cultural tensions and anxieties. This study locates the individuals and the collective groups in the three novels within their own contemporary historical atmospheres of disenchantment, the decline of aristocracy, the rise of the middle-class which consists of stereotyped average people, and the capitalist industrial revolution. In three separate chapters, this study analyses each novel independently within the framework of the nineteenth-century prominent philosophical doctrines which deal with the individual and his relationship to other individuals and collective groups. In each novel, the individual and the society are examined from the perspectives of Durkheim, Hegel, Marx, and Nietzsche respectively. Other secondary theoretical frameworks are also employed to explain several relevant individual and cultural phenomena in the three novels. This study finds out that, much like the Renaissance, the cultures of the eighteenth and nineteenth centuries punish individualist singularity and single-mindedness. Yet, while the early eighteenth century worldview tolerates and even eventually bestows atonement and reward upon Robinson Crusoe for his earnestness and economic autonomy, the collective cultural representations in Frankenstein and Dracula demonize, condemn, and mercilessly destroy and demolish the individual single-mindedness and autonomous self-sufficiency which Victor Frankenstein and Count Dracula stand for. While Ian Watt attributes the Renaissance antagonism towards individualism to the Counter-Reformation movement, this study comes to the conclusion that the ascending hostility towards the individual in the post-Reformation eras of the three novels are due to serious cultural and social apprehensions and anxieties concerning the anticipated threatening dissonance and non-conformity of the singular society members. Thus, like the tales of individuality of the Renaissance, Robinson Crusoe, Frankenstein, and Dracula keep individualism within the confines of mythical discourse signifying that it is a myth of Western culture.