Özet:
Endülüs, İslam medeniyetinin ulaştığı bir zirve olarak görülmesi dolayısıyla hem edebiyatın hem de sinemanın ilgi alanına girmiştir. Belirtilen bu özelliğiyle Endülüs, bir mekân olarak değerlendirilmenin ötesinde bir ideal olarak kurgulanır. Türk edebiyatında ise Endülüs’e yönelik ilgi 19. yüzyılın ikinci yarısında kendini gösterir. Bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nun güç kaybetmeye devam ettiği ve İmparatorluğun ayakta tutulması için çareler üretilmeye çalışılan bir dönemdir. Abdülhak Hâmid’in 1879 tarihli Târık yahut Endülüs’ün Fethi adlı piyesi, tam da hilafet gibi önemli bir unvanı elinde bulunduran Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü yeniden bulmaya çalışma sürecinde, Endülüs imgesi üzerinden fetih ve kahramanlık gibi kavramları öne çıkarması dolayısıyla tarihî bir anlatı olarak anlam kazanır. Ancak Hâmid bu eserde, idealize edilen Endülüs imgesi ile fetih ve kahramanlık temalarını beşerî bir aşk temasıyla birlikte harmanlamıştır. Böylelikle aşk kavramı, Endülüs’ün idealize edilmesinde yardımcı bir motif olmuştur. Tunuslu yönetmen Nacer Khemir’in 1991 tarihli sinema filmi Güvercinin Kaybolan Gerdanlığı, Arap dünyasından bir bakışla Endülüs imgesinin benzer şekildeki bir idealizasyonunu önümüze koyar. Üstelik Hâmid’in eserine benzer şekilde bu ideal-Endülüs kurgusunda aşk yine yardımcı bir motif olarak işlevsellik kazanır. Bu çalışma, Tanzimat yazarı ve Osmanlı aydını Abdülhak Hâmid’in ve Tunuslu yönetmen Nacer Khemir’in İslam medeniyetinden birer bakışla Endülüs kavramını nasıl idealize ettiklerini ve kendi çağları içinde nasıl konumlandırdıklarını ele almaktadır. Yardımcı motif olarak kullanılan aşk bağlamında kadının bu eserlerde konumlanışı da makalenin eğildiği ikincil bir konu olarak yerini alır.